27 Ağustos 2014 Çarşamba

Günahkar Doğan - Jessica Spotswood (Born Wicked - Chatham Witch Chronicles #1)


Kitabın Adı: Günahkar Doğan
Yazarı: Jessica Spotswood
Orijinal Adı: Born Wicked
Türü: Fantastik, Tarihi
Yayınevi: Aspendos
Sayfa Sayısı: 360
Puanım: 6.8

Bir lütuf ile kutsanmış... Bir sır ile lanetlenmiş.

Herkes Cate Cahill ile kız kardeşlerinin tuhaf olduğu konusunda hemfikir. Fazla güzel, fazla münzevi ve fazla eğitimliler. Oysa kimsenin bilmediği şey, gerçeğin bundan da beter olduğu; onlar birer cadı. Ve eğer sırları Cemiyet'teki rahipler tarafından keşfedilirse bu onlar için akıl hastanesi, yüzer hapishane veya erken yaşta mezar anlamına geliyor.

Annesi ölmeden önce Cate kız kardeşlerini koruyacağına dair ona söz vermiştir. Ancak rahibelik veya evlilik arasında seçim yapmasına altı ay varken bu sözünü tutması hiç de kolay değildir. Özellikle de annesinin günlüğünü okuyup ailesinin yıkımına yol açabilecek bir sırrı keşfettikten sonra… Onları kaderlerine götürecek alternatif yollar bulmak için her şeyi göze alan Cate, yasaklı kitapları karıştırmaya ve asi ruhlu yeni arkadaşlar edinmeye başlar. Bir yandan da çay davetleri, şaşırtıcı evlilik teklifleri ve ona hiç de uygun olmayan Finn Belastra ile yasak bir aşk arasında ne yapacağını şaşırmıştır.

Eğer annesinin yazdıkları doğruysa Cahill kızları güvende değildir. Kendilerini rahiplerden, rahibelerden, hatta birbirlerinden bile sakınmaları gerekecektir.


 Jessica Spotswood ismini ilk defa duyduğum bir yazar. İlk başta kitabı alırken ufak bir önyargı oluşmuşsa da kitabı okuduktan sonra itiraf etmeliyim ki önyargılarımdan utandım.
 Kitap klasik fantastik cadı kitapları gibi günümüz tarihli bir kitap değil. 19. yüzyılın sonlarında İngiltere'de geçiyor olay. İnsanların (özellikle kadınların) cadı oldukları gerekçesiyle tutuklandıkları, akıl hastanelerine veya hapishane gemilerine kapatıldıkları bir tarih. Ne yalan söyleyeyim ben bu kitabı okurken "İngiliz aşk romanları ile fantastik karakter romanlarının bir sentezi" olarak düşündüm.
 Kitapta aşk, kız kardeş ilişkisi, doğaüstülük, yani birçok kitapta ayrı ayrı bulunan her şey var. Oldukça güzel, insanı kendine çekebilen bir kitap.


 Güçlü kadın tehlikeli kadındır!
 Fakat kim için?
 Kadın'ın yaratılışının zeka, erkeğinkinin ise fiziksel güç olduğu bilinen bir gerçek. Çağlar boyunca erkekler kaba kuvvetleri ile kadınları bastırmış, "düşünen kadın"lardan kaçmaya çalışmışlardır.
 Bütün romantik kitaplarda fark edersiniz ki yağız delikanlı formunda seksist ve zorba erkek karakterler genelde "düşünen kadın" severler. Zeki kadını seksi bulur, güzelden çok zekiye aşık olurlar. Bizi o kitaba çeken de o olur. Bir erkeğin hem erkeksi güce hem kadınsı zerafete (düşünce zerafeti) sahip olması...
 Fakat dünya böyle işlemiyor. Bu kitapta bu gerçek yüzümüze muşta'lı bir yumruk gibi çarpıveriyor. Belki bu kitabı okurken içimin bu kadar sıkılmasına rağmen kitabı bu kadar sevmem de bu yüzdendir. İçimin sıkılması dediysem de kitap kesinlikle sıkıcı değildi...
 Fantastik bir kitaptan beklenmeyecek kadar realist çizgide...

-Alıntılaar-


"Bir kadına okumayı öğretmenin nasıl bir yararı olabilir ki? Kızlar, eğer yapabiliyorsanız hiç düşünmeyin, çünkü bu, o güzel, küçük kafalarınıza zarar verebilir. Tanrı korusun, bizi sorgulamanıza bile sebep olabilir. Sizden daha iyi olanları asla sorgulamamalısınız ve şunu asla unutmayın, en aptal adam bile sizden daha çok şey biliyordur."

"Mesaj oldukça açıktı: Çok dik kafalı ya da çok eğitimli, çok tuhaf ya da çok meraklı kadınlar cezalandırılırdı."

"'Sana ihtiyacın olan şeyi veremem.'
'Peki ya ihtiyacım olan sensen?'"

"Birisinin otları temizlediğini ve ilkbahar tohumları ektiğini fark etmiştim. Bir bahçe cini olduğunu düşünmüştüm. Onu kısa boylu hayal etmiştim. Ve yeşil. Siz daha güzelsiniz."

15 Temmuz 2014 Salı

Kocan Kadar Konuş - Şebnem Burcuoğlu

Kitap Adı: Kocan Kadar Konuş
Yazarı: Şebnem Burcuoğlu
Yayınevi: DEX Plus
Sayfa Sayısı: 220
Puanım: 7.0



"Türkiye'de kadınların DNA'larına kodlanmış olan evlenme saplantısı, ne yazık ki bizim ailede daha yoğun. Millete ailesinden genetik miras olarak mavi göz kalır, bize bu evlenme saplantısı kalmış. 'Sinek kadar eri olanın dağ kadar feri olurmuş' atasözü, anneannem Peyker'in lafıdır. Yani o sözü söyleyen ata, bizzat benim anneannem.

Sözün özü, kocan varsa varsın, yoksa da geçmiş olsun. Hele ki bir de 30'una gelip de bekâr kaldıysan bu dünyada yatacak yerin yok!"

Evli misin?
Ya nişanlı?
Sevgilin var mı?
O da mı yok!
Yaş kaç?
Hmm. Anlaşıldı.

Sen en iyisi bu kitabı bir oku. Yalnız değilsin Türk kızı! Senden çok var -ay bunu da yanlış anlayıp trip atarsın sen şimdi. Yok, öyle demek istemedik. Ailen, çevren, eşin-dostun-arkadaşınkankan, hepsi evlilik lafı ediyor değil mi? Ama zor iş.

Koca bulmak ÇOK zor iş arkadaş…
(Tanıtım Bülteninden)



 Efsun, tatlı kızımız. Kitap kurdu, biraz bohem, biraz salaş. Yaşı 30 olmuş ama evlenmeye hiç niyeti yok. Birkaç erkek arkadaşıyla da işler pek iyi gitmemiş bir durumda. Ama Efsunun ailesi tam bir kocadelisi sürüsü. Efsun'un evlenmemesi anneanneye dert olmuş durumda. 22 yaşındaki kuzeni bile zengin kısmet bulmuşken kendisi hala kitap okuyor. Yani Efsun annesi için utanç kaynağı olmuş.
 Son erkek arkadaşı da öküzün teki çıkınca Efsun bakıyor ki doğallık çözüm değil, düzgün erkekleri rol yeteneği gelişmiş, tek ayak üstünde bin tane yalan sayabilen kızlar kapıyor. Eh yaş da olmuş 30. Kendini ailesinin kocadelisi kadınlarının ellerine bırakıveriyor.
 Efsun'u palyaço gibi giydirip makyaj yaptıktan sonra gece kulübüne götürüyorlar ki biraz işve cilve öğrensin. İçkiyi fazla kaçırmış kızcağızımız kiminle karşılaşsa iyi.
 İlk aşkı, hala unutamadığı Sinan!
 Efsun koca bulmaya karar verdi ya, Sinan'ın da buna ilgisi var. Ailesi karar veriyor avımız Sinan oluyor. Fakat Sinan sanki Efsun'un önceki doğal hallerini daha çok seviyor gibi. Efsun'un başına neler geliyor neler.
 Kitabı gülmekten bayılarak okuduğumu itiraf etmeliyim. Özellikle ilk sayfalarında Efsun'un kendi içinde konuşmaları, yorumlamaları çok komik. Kuaförün ismine bittim 'Alpdirek and Friends' İlk sayfalarda Efsun kendi kendine konuşarak film bile çekermiş. Hatta baya bir alıntı yaptım ilk sayfalardan. Bir de bir çok blogger kitapla resim çekilmiş suratını tamamlayıp. Çok hoş bir fikir ama benim fikrim değil o yüzden ben çekmedim...


Alıntılar

"Tam yanımdaki tekli koltukta Aysel Teyze var. Kendi teninin renginden üç ton koyu ten rengi çorabını tamamlayan kırmızı Ceyo terlikleriyle stilini konuşturuyor. Aysel Teyzenin Bıyıkları da var fakat bu konuya gerçekten girmek istemiyorum şu an."


"Türk kadınlarının doğdukları andan itibaren DNA'larına kodlanmış olan 'evlenme saplantısı' ne yazık ki bizde daha yoğun yaşanıyor. Millete ailesinden genetik miras olarak mavi göz kalı, bizde de bu evlenme saplantısı kalmış. 'Sinek kadar eri olanın dağ kadar feri olurmuş.' atasözü, anneannem Peyker'in lafıdır, yani o sözü söyleyen ata, bizzat benim anneannem. Yani kocan varsa varsın, yoksa geçmiş olsun. Kocan kadar konuş kızıaam!!"


"Mesela tutuştururlar eline boya kalemlerini 'Kalp çiziyom, içini boyuyom' diye farkında olmadan ilk Hıdırellez'ini kutlar Türk kızı."


"Çok konuşuyorum. Bunun sebebi çok okumam ve çok düşünmem."


"Gözlerini bir görsen yemyeşil. Otel havuzu yeşili. Hem de beş yıldızlı otel!"


"Yahu şarz demek şarj demekten daha zor. Kim neresinden çıkardı bu şarz lafını."


"Söz konusu aşk olunca çıplak elimizle sıcak tencereye değmekten korkar gibi karşımızdakine değmekten korkuyor muyuz? Kırk küp, kırkının da kulbu kırık küp demek kolay da, şöyle içten bir 'Seni seviyorum' mu zor?" 

11 Temmuz 2014 Cuma

Rüzgarın Adı - Patrick Rothfuss (The Name of The Wind - The Kingkiller Chronicle Day 1)




Adı: Rüzgarın Adı
Yazarı: Patrick Rothfuss
Orijinal Adı: The Name of The Wind
Yayınevi: İthaki Yayınları
Sayfa Sayısı: 736
Türü: Fantastik, Kurgu
Puanım: 9.4


BENİM ADIM KVOTHE
Uyuyan höyük krallarından prensesler kaçırdım. Trebon kasabasını yakıp kül ettim. Felurian'la bir gece geçirdim ve hem canıma hem de aklıma mukayyet olabildim. Çoğu insanın kabul edildiğinden daha küçük bir yaşta Üniversite'den atıldım. Başkalarının gündüz gözüyle ağızlarına almaktan bile korktukları yollardan ay ışığı altında geçtim. Tanrılarla konuştum, kadınlar sevdim ve ozanları ağlatan şarkılar yazdım.
Belki beni duymuşsunuzdur.

Fantastik kurgu edebiyatının eşsiz bir masalı, bir kahramanın kendi ağzıyla anlattığı öyküsü işte böyle başlıyor. Bir keder öyküsü bu... bir kurtuluş öyküsü... bir adamın evrenin anlamını arayışının ve gerek o arayışın gerekse de onu sürdürmesini sağlayan gem vurulamaz iradenin bir efsaneye dönüşmesinin öyküsü...



 Bu kitap serisinde en çok sevdiğim şeylerden biri "Üç Kısımlı Sessizlik" isminde bölümlerle başlayıp bitmeleridir. Gerçi son kitabın Üç Kısımlı bir Gürültü ile bitmesini umuyorum ama olsun.
 Kote bir hancı. Parlak turuncu saçları, becerikli elleri var. Yaşı çok genç ama gözlerinde o yaştaki adamlarda bulunması pek mümkün olmayan bir görmüş geçirmişlik var. Kote'nin daimi müşterileri aynı zamanda arkadaşları, yaşadığı köyün sakinleri. Hikayeler dinlemeye ve hikayeler anlatmaya bayılıyorlar. Sessiz sakin Kote'nin biraz yarım akıllı olduğunu düşünüyorlar ve ona karşı babacan bir sevgi besliyorlar.
 Bir gün Tarihçi diye bilinen bir adam Kote'nin hanına geliyor ve ondan hatıralarını istiyor. Hancı Kote'nin hatıralarını değil... Kral Katili Kvothe'ninkileri.
 Leziz bir fantastik seri. İnsanı kendinden geçirecek güçlü bir anlatım. Hikaye içinde hikaye ile anlatımda tek düzelik giderilmiş. Kesinlikle görüp görebileceğiniz en iyi fantastik serilerden biri. Oldukça kalın doyurucu kitaplar. Bir kitapseverin istediği her şey var anlayacağınız.




Dikkat buradan sonra spoiler dolu bir anlatım var!
 Kvothe anlatmaya başladığı zamandan üniversite yıllarına kadar sabit bir kişilikti. Biraz kibirli, zeki, becerikli, meraklı ve biraz da içine kapanık. Ukalalığını da unutmamak gerek tabi ki.
Kvothe'nin tek hayali Birleşik Eyaletler'deki Üniversite'ye girmek. Üniversite'ya girmek istemesinin sebebi ise çocukluk hocasının anlata anlata bitiremediği kitaplığı ve Arşiv'i görmek. Bir de ailesinin ölümünden sorumlu tuttuğu doğaüstü varlıklar olan Chandrialılar'ı bulmak...
 Kvothe bir sürü zorluk çekiyor. Ama azimli ve çok zeki. Bir şekilde Üniversite'ye gitmeyi başarıyor. Orada dostlar ve düşmanlar ediniyor. Tehlikeli işlere karışıyor. Tefeciden para alıyor, hatta tefeciyle arkadaş oluyor. Demiştim ya Kvothe biraz kibirli diye. Bu kibri başına bazen bela oluyor. Ambrose götün önde gideni. Baba parasıyla işini halleden tarzda biri. Fela da sanırım Kvothe'ye halleniyor bu kitapta ama bakalım ne olacak :)


Sözcükler unutulmuş isimlerin solgun birer gölgesi gibidirler. Nasıl ki isimlerde bir güç gizlidir, aynı şey sözcükler için de geçerlidir. Sözcüler insanların akıllarında bir ateş yakabilir, en taş kalpleri bile gözyaşlarına boğabilir. Bir insanın sana âşık olmasını sağlayan altı sözcük vardır. Güçlü bir adamın iradesini kıracak on sözcük bulunur. Ama sözcük dediğin, bir ateşin resminden fazlası değildir. İsimse ateşin ta kendisidir


Aklı başında herkesin korktuğu üç şey vardır: fırtınalı bir deniz, aysız bir gece ve yumuşak başlı bir adamın öfkesi.


Zihnimizin sahip olduğu en büyük beceri belki de acıyla başa çıkmaktır.


Dördüncü kapı ölümdür. Son sığınak. Öldükten sonra bizi hiçbir şey incitemez. Ya da en azından bize öyle söylenir.


Tarryn Fisher - Tehlikeli Kızıl (Dirty Red - Love Me with Lies #2)


Kitap Adı: Tehlikeli Kızıl
Yazarı: Tarryn Fisher
Orijinal Adı: Dirty Red
Yayınevi: Aspendos
Sayfa Sayısı: 295
Puanım: 7.5

Sevgili Fırsatçı,

Onu benden alabileceğini sandın ama kaybettin. Ve şimdi benim olduğuna göre onu elimde tutmak için her şeyi yaparım. Şüphen mi var? Senin olması gereken her şey benim. Olur da merak ediyorsan; aklına bile gelmiyorsun artık. Onu bırakmayacağım… Hem de hiç.
Tehlikeli Kızıl
Leah Smith sonunda istediği her şeye sahiptir. Tam olarak öyle olmasa da. Evliliği, ömür boyu sürecek bir bağlılıktan ziyade daha çok bir borç gibiydi. Oluşturmak için var gücüyle uğraştığı imajı ise gözlerinin önünde dağılıp gidiyordu. Yeni bir rol ve sırlarla dolu geçmişiyle Leah, çaldığı şeye sahip çıkmak için ne kadar ileriye gideceğine karar vermeliydi.



 Leah Smith, nam-ı diyar kızıl kaşar. Kitap bu kadının ağzından yazılmasına rağmen ondan zerrecik hoşlanamadım. Hayır güzeldi. Kızıl sürtüğün kafasının içindekileri gördük, nasıl böyle hastalıklı ve takıntılı derecede kötü olabildiğini öğrendik. Ama Leah (ya da Johanna mı demeliyim) bebeğim her ne kadar kıçını da yırtsan Caleb'i sevmediğin o kadar bariz ki...
 Olivia onu seviyordu. Onu acıttıktan sonra çekip gitmesinin sebebi aşkıydı. Senin tehditlerine pabuç bırakma sebebi de aşkıydı. Seni hapse girmekten kurtarma sebebi de şüphesiz aşkıydı. Olivia anlardı. Senin gibi sadece kendini düşünmüyordu. Caleb'i takip ediyor her saniyesini özümsüyordu.
 Caleb de onu seviyor. Tırnaklarını derisine geçirip kalbine kadar kanatsa da onu seviyor. Yarım akıllı dolaşmasına sebep olsa da onu seviyor. 
 Artık geri çekilmen gerekmez mi?
 Kitabı oldukça severek okudum. Leah'ya karşı herhangi bir sempati beslemiyorum ama yine de Seri Katiller Ansiklopedisi'ni okurken aldığım zevk gibi bir zevk duydum. Fırsatçı'yı okuyanlar bu kitabı lütfen kaçırmasın. Kitap Fırsatçı'nın bittiği yerin bir sene sonrasından başlıyor...

Dikkat spoiler!

 Leah'dan bu kitapta hiç olmadığı kadar nefret ettim. İnsan kendi bebeğine böyle davranır mı ya. Neyse ki sonradan düzelir gibi oldu. Gerçi bombayı kitabın sonunda patlattı ama...
 Olivia'yı sapık gibi takip etmesi çok komikti. O da Olivia gibi her sorununu çocukluğuna bağlamaktan geri kalmıyor. Nedir bu Caleb'in çektiği canım...
 Leah sen de ne çekmişsin be kuzum. Okurken bazı yerlerde insanın sana hak veresi geliyor ama hayır! Yaşadıkların yaptıklarına bahane değil! Sen resmen içinde bir kötü kız barındırıyormuşsun da onu dışarı salmak için bahane arıyormuşsun yahu...


 Kız sözcüğü göğsümde bin tonluk bir fil gibi göğsümü eziyordu.
Kız
Kız

Kocamı başka bir kadınla paylaşmak zorunda kalacaktım… Yine.


“Estella.” Sanki hayatı boyunca bunu söylemeyi bekliyormuş gibi isim ağzından dökülüverdi. Başımı aniden çevirdim. Biraz daha… Az antika bir şey bekliyordum. Burnumu kıvırdım. “Çok eski bir kadın ismime benziyor.”
“Bir kitapta geçiyor.”
Caleb ve kitapları.
“Hangisinde?” Okumazdım… Dergileri saymazsak yani ama filmi çekildiyse görmüş olma ihtimalim vardı.
“Büyük Umutlar.”

9 Temmuz 2014 Çarşamba

Tarryn Fisher - Fırsatçı (The Opportunist - Love Me with Lies 1)


Kitap Adı: Fırsatçı
Yazarı: Tarryn Fisher
Orijinal Adı: The Opportunist
Yayınevi: Aspendos
Sayfa Sayısı: 316
Puanım: 7.8
 Kalbini sadece bir kez verebilirsin; ondan sonraki her şey ilk aşkının peşinden gelir.



Her fırsattan istifade etmesiyle bilinen sivri dilli Olivia Kaspen, akılsızca çekip gitmesine izin verdiği eski erkek arkadaşı Caleb Drake ile şans eseri karşılaşınca kendisini ilk aşkıyla ikinci bir şans isterken bulur. 


Caleb'ın hafızasını kaybettiğini öğrenen Olivia, onu geri kazanmak için ne kadar ileri gidebileceğine karar vermelidir. Ancak gerçek kimliğini ve kötü geçmişlerini gizli tutmaya çalışan Olivia'nın en büyük engeli Caleb'ın kurnaz yeni kız arkadaşı, Leah Smith'tir. 
Böylece bu iki hırslı kadın arasında kendilerini hatırlamayan bir adamı elde etmek için girdikleri vahşi bir mücadele başlar. Ama çok geçmeden Olivia, bir zamanlar kendisinin olanı almak için savaşırken yalanlarının sonuçlarıyla yüzleşmek zorunda kalır. 



Peki, aşk her şeyi affeder mi?
(Tanıtım Bülteni)


  Kitap şu şekilde başlıyor; "Benim adım Olivia Kaspen ve ben bir şeyi seversem onu hayatımdan söküp atarım."
 Baş karakterimiz Olivia, kendini sorunlu olduğuna inandırmış biri. Kendine hiçbir şeyi sevme izni vermiyor. Taş kalpli olmak için çaba harcıyor... Okuduğu üniversitede Caleb adında zengin, yakışıklı, çapkın ve popüler çocuk kalbini kazanmaya çalıştığı zaman da kendine bunun için izin vermez. Yıllar sonra Olivia eski sevgilisi Caleb'i kendi bölgesinde görünce tepesi atar ve yakınına gider. Fakat Caleb'de farklılıklar vardır. Hafızasını kaybetmiştir. Hiçbir şey hatırlamamaktadır.
 Caleb'i hala deliler gibi seven Olivia için bu harika bir fırsattır fakat Olivia bir Fırsatçı mıdır? Caleb için ne kadar ileri gidebilir? Eski alışkanlıklarından vazgeçebilir mi?

Uyarmadı demeyin buradan sonra spoilerlar havada uçuyor...


 Olivia Kaspen'e çok benzeyen birini tanıyorum...
 Fırsatçı yönüne değil, çünkü benim tanıdığım sonuna kadar giderdi, intikamcı ve taş kalpli yönüne benziyordu. Bu insanlar hiçbir zaman tam olarak mutlu olamazlar. Bir şeyleri sevmemek için her zaman bahaneleri vardır. Ben taş kalpliyim ya da ben mutsuzum da bu bahanelerden biridir. Her seferinde de "Acaba kendime sevme izni verseydim nasıl hissederdim?" diye düşünerek kendilerine işkence ederler. Kaybettiklerinin peşine gidip geri aldıklarında yine o şeyden kaçarlar. Mutsuz olmayı bir çeşit kokain gibi içlerine çekip daima farkındalık içerisinde olurlar. Bu insanlara bulaşmayın, kendilerini içten içe vampir misali emip kuruturlarken aynı zamanda kara delik gibi sizi de içine çekip mahvederler.
 Neyse işte Olivia böyle sorunlu bir karakterdi. Caleb de rahip değildi. Çok şerefsizdi bence. Ortada bir suç varsa Caleb son yaptığıyla Olivia'nın suçunun hepsini emip bitirdi...
 Kitabı çok ama çok sevdim. Olivia'nın kızıl kafadan bahsetme tarzı çok iyiydi. Nedense kızamadım Libby'ye. Seve seve dövmek istedim biraz... Çok gerizekalı ama çok da tatlı bir kızdı.
 Kızıl kafalı salağın kafa derisine ağda yapmak istiyorum... Leah kızım elime bir düşsen. Var ya bittin sen.


Alıntılar

Benim adım Olivia Kaspen. Ben bir şeyi seversem onu mutlaka hayatımdan çıkarırım. Bilerek değil... ama bilmeyerek de değil.

“Sadece acil durumlar için,” demişti bana göz kırparak.
“Gizli cep telefonu numaramı kötü amaçlı kullanma.”
Numarasını almadan önce sadece bir saniye tereddüt
etmiştim. Roma’da yalnızdım. Ona ihtiyacım olabilirdi.
“Noah, ben Olivia,” dedim telefona.
“Geleceğini söylemeyeceksen seninle konuşmak istemiyorum.”
“Geliyorum,” dedim gülerek.

"Bir anlamda o kadar çok yol katettim ki ne diyeceğimi bilemiyorum, seni o kadar çok seviyorum ki ve sana daha söyleyemediğim o kadar şey var ki. Beni sevme şeklinden çok korkuyordum, Caleb.
Her şeyi değiştirdin. Seni kaybetmekten çok korkuyordum ki seni kaçırmak için gücümün yettiği her şeyi yaptım. Eğer ben yapmasaydım eninde sonunda benimle vaktini harcadığını fark edeceğini ve beni her halükarda bırakacağını düşünüyordum. Seni özlüyorum. Yo, sadece özlemiyorum kalbim her gün senin yokluğundan dolayı acıyor. Yaptıklarım için çok üzgünüm... Her biri için. Lütfen, lütfen beni unutma, çünkü bunun olasılığı bile her şeyden çok canımı yakıyor."


7 Temmuz 2014 Pazartesi

Robin LaFevers - Ölümcül Merhamet (Grave Mercy - His Fair Assassin 1)


Kitabın Adı: Ölümcül Merhamet
Yazarı: Robin LaFevers
Orijinal Adı: Grave Mercy
Tür: Tarihi, Fantastik
Yayınevi: DEX Kitap
Sayfa Sayısı: 488
Puanım: 7.2

Genç, güzel ve ölümcül.
On yedi yaşındaki Ismae, babasının onun için yaptığı
anlaşmalı evlilik dehşetinden, gizemli bir keşiş tarafından kaçırılır.
Götürüldüğü manastır, Ölüm Tanrısı Aziz Mortain için eğitilen, kendisininki gibi garip yara izleri taşıyan kızlarla doludur.
Burada, Ölüm Tanrısı'nın onu tehlikeli hediyeler ve korkunç bir kaderle kutsadığını öğrenecektir. Manastırda kalmayı seçerse rahibeler tarafından bir suikastçı olarak yetiştirilecek ve Ölüm Tanrısı'nın intikamını alacaktır.
Ismae çok önemli bir görev için Breton sarayına gönderilir;
hem entrika ve ihanetin ölümcül oyunlarına hem de yapması imkânsız seçimlere karsı savunmasızdır: Ismae, Tanrısına mı yoksa kalbine mi hizmet edecek?

Ölüm'ün Hizmetkârları üçlemesinin ilk kitabı olan Ölümcül Merhamet 
tehlikeli bir aşk, zehirle gelen ölümler ve kendi yolunu bulmak üzerine...

"Entrika ve gaddarlık, tutku ve acı... daha fazlası için sabırsızlanacaksınız." 
New York Times

"Bir solukta okuyacaksınız... Şüphe, şehvet ve merhamet." 
Kirkus

 Isimae vücudunda garip bir yara izi bulunan bir kızdır. Annesinin yaşadığı gayrimeşru ilişkiden doğmuş ve üvey babasının kötülüklerine maruz kalmış bir genç kız...
 Kitap babasının Isimae'yi zorla bir çiftçi ile evlendirmesi ile başlıyor. Isimae'nin doğumuna yardım eden ebe vucüdundakinin Mortain'in mührü olduğunu, çocuğa zarar verilemeyeceğini söylemiş. Babası ite kaka büyüttüğü Isimae'yi genç yaşta evlendirip kurtulmak niyetindedir. Düğün gecesi Isimae'yi bir keşiş ve doğumunu yapan şifacı kadın kaçırır. Onu Bretenya'da 'Ölüm Tanrısı Aziz Mortain' için hizmet edilen bir manastıra götürür.
 Isimae yeni evi ve ailesinde mutludur lakin verilen ilk görevinde Duval adında bir lord manastırı basıp Isimae'yi işleri yüzüne gözüne bulaştırmakla suçlar.
 Bunun üzerine Duval ile birlikte Breton sarayına göreve gönderilen Isimae manastırın dışındaki dünyayı tanımaya çalışırken bir yandan görevini yapması gerekir.
 Kitabı çok sevdim. Isimae'deki kana susamışlık beni kendimden geçirdi. Kitabın kimi yerlerinde güldüm kimi yerlerinde ağladım.
 Isimae'nin iki kelimesinden birinin merde oluşu ve asabi bir karakter oluşu beni güldürdü.
Duval'in başına gelenler ve Isimae'nin kaldığı ikilem ağlattı
 Isimae harika bir kadın karakter; yalan söyleme başarısı, olayları birden lehine çevirme yeteneği, hafif şapşallığı ile kadın karakter listemde Yelena Zaltana (Study serisi) ile birinciliği paylaşıyor.
Kısacası bu kitapta çok şeyi beğendiğimi söyleyebilirim. Gönül rahatlığıyla alıp okunabilecek bir kitap. Dex kendini aşmaya devam ediyor...
 Çok ünlü olabilecek bir kitap değil. Fakat kitapta insanı kendine çeken farklı bir şeyler var...

Alıntılar

Sol omzumdan sağ kalçama dek derinlemesine uzanan, kırmızı bir doğum lekesi taşıyorum: annemin beni rahminden söküp atmaya çalışırken kullandığı, şifacı cadının zehrinden geriye kalan bir iz. Şifacı cadıya göre hayatta kalmış olmam mucize değil, bizzat Ölüm Tanrısı tarafından sahiplenildiğimin bir işaretiymiş.


"Sıkıcı olma." Her zamanki gibi elini hafifçe sallayarak rahatsızlığımı savuşturup Rahibe Arnette'e döndü. "Kollarını bu şekilde kaldırırsa," derken, yaşlı rahibe sanki birisinin boynuna sarılıyormuş gibi kollarını kaldırmıştı. "Korsesi açılacak. Venedikli kadınlar memelerine okra çektiklerinden, onunkileri de boyamalıyız, ne dersin? Görünümünü tamamlamak için."
Rahibe Arnette sempatik bir sırıtmayla bana baktı. "Bence adama memelerini gösterecek kadar sokulmuşsa, memelerinin nasıl olduğunun önemi kalmaz; birkaç saniye içinde ölmüş olacak."


"Yalnız" diye araya girdi Duval. "Metresleriyle tanınan bir adam değilim ben. Kendime metres almak istesem bile, ham elmadan daha yeşil bir kız çocuğunu almayacağımdan bahsetmiyorum bile."
Dedikleri dişlerimi sıkmama neden olmuştu. O kadar da ham değildim.

22 Haziran 2014 Pazar

Colleen Hoover - Yeni Bir Umut (Loosing Hope)

Kitap Adı: Yeni Bir Umut
Yazarı: Colleen Hoover
Orijinal Adı: Losing Hope
Sayfa Sayısı: 374
Tür: Dram, Romantik, Yeni Yetişkin
Yayınevi: Epsilon
Paunım: 7.9

Hayatını özgürce yaşamak istiyorsan önce geçmişinle yüzleşmelisin...
Umutsuz, Sky'ın hikayesiydi. Şimdi olaylara Holder'ın gözünden bakmanın zamanı. Holder'ın yardımıyla, Sky sarsıcı aile sırlarını ortaya çıkarmış ve onda derin yaralar bırakan anılarını ve duygularını kabullenmişti. Yeni Bir Umut'ta ise nihayet Dean Holder hakkındaki gerçekler ortaya çıkıyor.
Yaklaşan tehlikeden kurtaramadığı o küçük kızı aklından çıkaramayan Holder'ın hayatı, sululuk duygusu ve pişmanlıkla gölgelenmişti. Hope'u bulmadan huzura eremeyeceğini bildiği için onu bir gün bulabilme ümidinden vazgeçmemişti. Ancak, Holder onunla yeniden karşılaştığında daha büyük bir üzüntü yaşayacaktı.
Yeni Bir Umut'ta, Sky'ın çocukluğunda yaşanan olayların Holder'ı ve ailesini nasıl etkilediği gözler önüne serilirken, bir yandan da bu iki yaralı ruhun birbirini nasıl iyileştireceğine tanık olacaksınız.
(Tanıtım Bülteni)


 Dean Holder'ı birinci kitaptan biliyoruz. Hatta birinci kitap yorumumda "Kitabın başlarını kıkırdayarak okudum." yazmıştım. Maalesef birinci kitabın başındaki mizah bu kitabın başında yok. Yeni Bir Umut, birinci kitaptan bildiğimiz Grayson'ın, Holder'ın kardeşi Les ile sevgili olduğu zamandan başlıyor. Dean'ın Grayson'ı başka kızla görüp kızkardeşini korumak adına patakladığı zamandan...
 Kitabı çok beğendim, bazı bloggerlar 'Sweet Disaster - Walking Disaster' tarzı olmuş dediler. Ama hikaye daha erkenden başlayıp daha geç bitiyor bu kitapta. Anlatış daha kişisel ve hep aynı olayları almamış. Bu sebeple "Aman ben birinciyi okudum zaten." demenize gerek yok. Okuyun okutun.
 He diyeceksiniz ki "Pasif'cim sen Umutsuz'a 8.4 vermişsin de bu kitap neden 7.9?" diye. Doğal olarak ilk göz ağrısı bir başka oluyor arkadaşlar. Umutsuz beni mahfetmişti. Yeni Bir Umut'ta bir parça da olsa antrenmanlıydım. Yani tabi ki de dram düzeyi biraz daha üstlerdeydi ama beklemediğim bir olay yoktu bu sebeple çok zorlanmadım. (Birinci kitapta iki rulo tuvalet kağıdı bitirmiştim bunda bir buçuk işte...)



(Dikkat buradan sonrası spoiler içerebilir!)

 Holder ile Sky'ın ilk karşılaşmasını hatırlarsınız.
Holder ismini sormuştu. Sky ise kendisine asıldığını düşünmüştü. O sahne Holder'ın bakış açısıyla o kadar renkli değil. Gerçi Holder'ın hayatına Sky ile bir renk geliyor. Holder öncesinde hep karamsar. Hope'u kaybetmekle hayatını kül rengi bir sis kaplamış. Sky ile bu sis aralanıyor.
Bu kitapta Daniel da var ki kendisi hafif yılışık bad boy karakterimiz. Dersten kaçıp uyuklamak için girdiği dolapta bir kızla öpüşmüş. Kızı tanımıyor bile ama özlüyor ve tanımak istiyor.
İlk başta Breckin ile birbirlerinden pek hoşlanmasalar da sonradan çok iyi bir ekip oluyorlar hatta.
 Les'in intiharı beni çok sarstı. Holder'ın düşündükleri, kızkardeşine bir şeyler yazması, Sky'ı bulduktan çok sonra Les'in yazdığı intihar notunu bulması ve notta Hope'un hayatta ve sağlıklı olduğunu bildiğini yazması...
 Holder çok kızmıştı. Ne yalan söyleyeyim ben de kızdım ama Les çok başka bir konu ve nedenini bilmiyorum ama ben kitap boyunca "Les yaşasaydı Hope onu iyileştirebilir miydi?" diye düşünmekten kendimi alamadım. Aşk tabiki çok önemli ama ben iki kızın arkadaşlığında hep romantik bir şeyler bulmuşumdur bilemiyorum. Sanki kitap değil de gerçekmiş gibi "Keşke Les ölmeseydi de Hope'un dönüşünü görseydi." dedim hep kendi kendime. (Gerçek hayat gibi diyorum yani kitabın içeriğini eleştirmiyorum. Hani gerçekte hep keşke deriz ama doğal olanın yaşanmış olan olduğunu biliriz ve asla gerçek yaşananları eleştiremeyiz ya da öyle olması gerektiğini hissederiz ya aynen o şekilde...)
 Ben bu kitapta Les'e ağladım.
 Küçücük yaşında tecavüze uğrayan, büyüdüğünde erkek arkadaşının sadakatsizliğiyle uğraşan, deli dolu ama içine kapanık kızcağıza ağladım.
 En sevdiği arkadaşı o ismi söylüyordu diye başka kimseden ismini duymak istemeyen küçük çocuk Dean'e ağladım.
 Yıllarca aradığı insanı bulan, ama sevdiği insanın o acı çekmiş kişi olmamasını dileyen genç adama ağladım.
 Yani bolca salya sümük akıttım...

Alıntılar
"Ona yardım etmek için bir şey yapmadan önce daha ne kadar bekleyecektim?
Yüzüne dokundum, kolunu tuttum, bütün vücudunu sarstıktan sonra onu kollarıma alıp kucağıma çektim. Boş ilaç şişesi elinden yere düştü ama ona bakmayı reddettim. Gözleri hâlâ cansızdı ve ellerimin arasındaki baş onu her kaldırmaya çalıştığımda düşerken artık bana bakmıyordu.
Adını haykırırken irkilmedi, ona tokat atarken suratını buruşturmadı ve ağlamaya başladığımda tepki göstermedi.
Hiçbir şey yapmadı.
En iyi yanımın öldüğünü fark ettiğimde bile göğsümde kalan her şey dışarı dökülürken bana her şeyin yolunda olduğunu söylemedi.


"Sky," dedim yüksek sesle durumu anlamaya çalışarak. Çünkü o Sky değildi. O Hope'tu. Benim Hope'um olmamasına imkan yoktu..


"Seni yaşıyorum Sky" dedim dudaklarına doğru. "Seni doya doya yaşıyorum."

10 Mayıs 2014 Cumartesi

John Green - Aynı Yıldızın Altında (The Fault In Our Star)

Kitap Adı: Aynı Yıldızın Altında
Yazarı: John Green
Türü: Dram, Gençlik, Romantik
Yayınevi: Pegasus
Sayfa Sayısı: Sonsuz (0-317 arasındaki sonsuzluk)
Puanım: 9.3

Hayatın Anlamını Bulmanın, Âşık Olmanın ve Alınan Her Nefesin Farkına Varmanın Öyküsü
On altı yaşındaki kanser hastası Hazel Grace’in birkaç yıl daha yaşamasını garanti eden tıp mucizesine rağmen hastalığı ölümcüldür ve konulan teşhisle birlikte yıldızlar, öyküsünün son bölümünü çoktan kaleme almıştır.
Fakat Augustus Waters isimli yakışıklı bir sürpriz karakter, Kanserli Çocuklar İçin Destek Grubu’nda boy gösterince Hazel’ın hayatı bambaşka bir yöne sapar ve bu zeki çocuğun çekimine karşı koyamayan kızın öyküsü yeniden yazılır…
Time dergisi, 2012′nin En İyi Romanı
Goodreads, 2012′nin En İyi Genç Yetişkin Kitap Ödülü
New York Times’ın En Çok Satanlar Listesinde 1
Wall Street Journal’ın En Çok Satanlar Listesinde 1
Amazon’un En Çok Satanlar Listesinde 1
Indiebound’un En Çok Satanlar Listesinde 1

“Hayata, ölüme ve araya sıkışanlara dair bir roman olan Aynı Yıldızın Altında, John Green’in en iyi kitabı. Kahkaha atıyor, ağlıyor, hızınızı alamayıp tekrar okuyorsunuz.”
-Markus Zusak, Printz ödüllü bestseller yazarı-

“Aynı Yıldızın Altında evrensel konuları ele alıyor: Sevilecek miyim? Hatırlanacak mıyım? Bu dünyada bir iz bırakabilecek miyim?”
-Jodi Picoult, New York Times bestseller yazarı-

“Dâhiyane… Çok etkileyici… Güçlü ve saf duygularla korkusuzca yüzleşebiliyor.”
-Time-

“Green, okurların aklından uzun süre çıkmayacak, göz kamaştıran iki gencin öyküsünü iyi bir gözlem yeteneği ve empatiyle anlatarak, rafta duracak bir kitaptan ötesini yazmayı başarmış.”
-People-

“Bu romanı çekici kılan şey dakikada bir heyecanlı bir patlama yaşanması değil, ‘sayılı günler içinde sonsuzca’ yaşamaya çalışan karakterlerin gerçekliği.”
-The Washington Post-

“Buruk bir komedi, akılları baştan alacak bir romantizm ve insana hayat ile ölüme dair sorulan büyük soruları keyifle ve uzun uzun düşündüren bir kitap.”
-Horn Book-

“Aynı Yıldızın Altında bir aşk hikâyesi. Son dönem edebiyatın en içten ve dokunaklı romanlarından biri ama aynı zamanda korkunç bir zekâ, cesaret ve hüznün varoluşsal trajedisini de anlatıyor.”
-Lev Grossman, Time-


 Öncelikle John Green'e şöyle bir bakmak lazım. Youtube'da erkek kardeşi ile "vlogbrothers" isimli bir video serisi var ve buradan anlaşılan kadarıyla Green kardeşler fazla zekanın enerji şeklinde açığa çıktığı tiplerden. İzlemeyenler mutlaka izlesinler.
 Kitaba dönersek. Okumayan kendine ayıp etmiştir diyorum. Çok dolu, çok doygun bir kitap. Kendinizi karakterlerin yerine koymaktan alıkoyamayacaksınız. Klasik kurgu dramlardan çok bambaşka. John Green çok zeki bir adam ve çok samimi bir üslup kullanmış. Adam cidden zeki ki kitabının başında kendi kurgusu bir yazardan alıntı yapmış. Evet evet Peter Van Houten gerçek değil. John Green'in kurgusu. Okumadıysanız en yakın kitapçıya gidip firuze rengi ciltli kitabı alıp okumaya başlayın derim...




Uyarmadı demeyin buradan sonrası spoiler içerir!

 Hazel Grace bir çeşit tiroid kanseri madurudur. Kanserin ilerlemesi için bir ilaç kullanıyor ama bu ilaç da akciğerlerine zarar veriyor. Bu sebeple sürekli oksijen tüpüyle geziyor, hareketleri kısıtlı falan. Neyse Hazel kilisede "İsa'nın tam anlamıyla kalbi"nde yapılan kanser destek toplantılarına gidiyor ve bu toplantılardan hiç hoşlanmıyor. Çünkü insanlar sürekli pozitif olmasını söylüyor ve zaman zaman içlerinden biri mücadelesini kaybettiği için biraz karamsar bir yer. Yine bir gün toplantılardan birinde Augustus isimli yakışıklı bir çocukla tanıştı. Augustus osteosarkromda remisyon dönemindeydi ve tek bacağını kaybetmişti.
 Hazel ile Augustus çok iyi arkadaş oldular. Birbirlerini anlıyorlardı ve gerçekten çok sevimli bir çifttiler. Hatta Hazel'ın çok sevdiği ama sonu açık uçlu bitmiş bir kitabın sonunu öğrenmek için Amsterdam'a gitmeye karar verdiler.
 Kitap gerçekten harikaydı. Van Houten tam bir hayal kırıklığıydı. Isaac çok sevimliydi. yapacak yorum bulamıyorum ki.

Alıntılar:
"Öyle bir zaman gelecek ki, hepimiz ölmüş olacağız. Hepimiz. İnsanların var olduğunu veya türümüzün herhangi bir şey yaptığını hatırlayabilecek tek bir insan evladının bile kalmadığı bir zaman gelecek. Siz beni bırakın, Aristoteles veya Kleopatra!yı bile hatırlayan kimse kalmayacak. Yaptığımız, inşa ettiğimiz, yazdığımız, düşündüğümüz ve keşfettiğimiz her şey unutulacak ve tüm bunlar boşa olacak. Belki o zaman yakınlardadır, belki milyonlarca yıl uzakta ama güneşin çökmesinden sağ kurtulsak bile sonsuza kadar yaşamayacağız. Organizmalar bilinç kazanmadan önce de vakit vardı, sonra da olacak. Eğer unutulmanın kaçınılmazlığı seni endişelendiriyorsa bunu görmezden gelmeye çalışmanı öneririm. İnan bana diğer herkes böyle yapıyor."
Hazel


"Yakmadığın sürece seni öldürmezler, ve ben bir tane bile yakmadım. Bu bir metafor, tamam mı? Öldürücü şeyi dudaklarının arasına kadar sokuyorsun ama ona öldürücü olabilecek gücü vermiyorsun."
Augustus


"Seni seviyorum ve doğru şeyleri söylemek gibi basit zevklerden kendimi mahrum etmeye pek meyilli değilim. Seni seviyorum ve sevginin boşluğa atılan bir çığlık olduğunu ve tüm çabamızın toza dönüşeceği bir günün geleceğini biliyorum ve günesin elimizdeki tek dünyayı yutacağını da biliyorum ve seni seviyorum."
Augustus


Julia: Tek umudum büyüdüklerinde senin kadar düşünceli ve zeki gençler olmaları.
Hazel: Aslında o kadar zeki değil.
Augustus: Haklı. Tipi güzel insanların çoğu aptal olduğu için beklentileri aşıyorum o kadar.
Hazel: Evet olay seksiliğinden kaynaklanıyor.
Augustus: İnsanı kör edebiliyorum.
Hazel: Hatta askadaşımız Isaac'i gerçekten kör etti.
Augustus: Korkunç bir trajediydi. Ama ölümcül bir güzelliğe sahipsem ben ne yapabilirim?
Hazel: Hiçbir şey.
Augustus: Bu güzel surat bana külfet.
Hazel: Vücudundan bahsetmeye gerek bile yok.
Augustus: Seksi vücudumdan bahsetmesem daha iyi. Beni çıplak görmek istemezsin, Dave. Beni çıplak görmek Hazel Grace'in nefesini kesmişti.

"Ama şunu söylemeliyim: Geleceğin bilim insanları kapıma gelip icat ettikleri robot gözleri denememi istediklerinde onlara defolup gitmelerini söyleyeceğim çünkü, onsuz bir dünya görmek istemiyorum. Ardından, retorik olarak söylemek istediğim şeye dikkat çektikten sonra robot gözleri takacağım çünkü, yani robot gözlerle muhtemelen kızların tişörtlerinin filan içini görmek mümkün olur herhalde."
Isaac
Bu da kitabın en sevdiğim sayfası :)

2 Mart 2014 Pazar

Colleen Hoover - Umutsuz (Hopeless)


Kitap Adı: Umutsuz
Yazarı: Colleen Hoover
Orijinal Adı: Hopeless
Tür: Dram, Romantik, Yeni Yetişkin
Yayınevi: Epsilon
Sayfa Sayısı: 429
Puanım: 8.4

Lise son sınıf öğrencisi olan Sky çapkınlığı kendi şanıyla yarışan Dean Holder'la tanışır. İlk karşılaştıkları andan itibaren Holder onu hem korkutur hem de cezbeder. Ona dair bir şeyler, Sky'ın derinlere gömmek için çok uğraştığı sıkıntılı geçmişine ait anılarını ateşler. Sky ondan uzak durmaya kararlı olsa da Holder'ın kararlı tutumu ve esrarengiz gülümsemesi savunmasını yerle bir edip aralarındaki bağın güçlenmesini sağlar. Ama gizemli Holder'ın sakladığı sırlar vardır, bu sırlar ortaya çıkar çıkmaz Sky sonsuza kadar değişir ve güven duygusu gerçekler karşısında yenilgiye uğrar.

Sky ve Holder ancak çıplak gerçeklerle cesurca yüzleşerek yaralarını iyileştirebilecek ve sınır tanımadan yaşayıp birbirlerini sevebileceklerdir. 

Umutsuz nefesinizi kesecek, merakınızı uyandıracak size ilk aşkınızı hatırlatacak bir roman.
(Tanıtım Bülteninden)



 Kitabın ilk sayfalarını sürekli kıkırdayarak okudum. Sonra devamında sular seller gibi yaşlar aktı. Tanıtım bülteninde esas oğlana çapkın, kötü çocuk, kız avcısı imajı verilmiş. Kızın da geçmişinde gömmek istedikleri falan var diyince "Sweet Disaster" gibi bir kurgu bekliyordum açıkçası. Kız geçmişte kötü biriymiş, işte çocuk da onu eskisi gibi olmaya itiyormuş gibi bir izlenim oluştu. Hayır arkadaşlar öyle değil. Tamamen bambaşka bir kurgu. Holder iyi bir çocuk. Sky iyi bir kız. Haksızlığa uğramış zayıf düşmüşler. Kader onları bir araya getiriyor. Yoksa karma mı demeliydim :)
 Çok güzel bir kitaptı. Ama kesinlikle 18 yaşından gençseniz okumayın arkadaşlar. Çok yoğun bir dram. Çok travmatik bir kitap. Kitabın anlatımında psikolojik gerilim durumu yok. Ama olaylar çok ağır bu sebeple ben üstüme gökdelen düşmüş gibi oldum. Tekrarlıyorum. Panik atak, majör depresyon gibi sıkıntılarınız varsa, kalp rahatsızlığı yaşıyorsanız, pms dönemindeyseniz bu kitabı okumayın. Onun dışında birkaç çikolata yedikten sonra okuyabilirsiniz. Bir de prozac içmeniz gerekebilir. Çok güzel çok etkileyici bir kitap...


Buradan sonrası spoiler içerir!

 Sky ve Six'in arkadaşlığı beni benden aldı. İlk sayfalarda bol bol gülmemin sebebi buydu. Genelde kitaplarda açıp açıp okuduğum yerler olur. Bu sahneler genelde romantik yerler olur fakat bu kitapta açıp tekrar okuduğum yer Six'le Sky sahneleri olacak.
 Holder öyle sanıldığı gibi bir 'badboy' değil. İçli, yoğun bir karakter. Kitabın ilk başından belliydi Sky ile birbirlerini tanıdıkları. Gerçi Sky'ın geçmişte ne yaşadığı, Karen'ın kim olduğu falan da tahmine çok açıktı. İlk tanıştıklarında kardeş çıkacaklar diye korktum. Romantik kitap okuyoruz diye aldık elimize sonuçta. Holder'ın evlat edinilmediğini öğrenince rahatladım kardeş olmadıkları kesinleşti. Fazla olayları anlatamayacağım zaten bana çok ağır geldi. Böyle psikolojik dalgalanmalar bana fazla geliyor. Birinden nefret edersin ya da seversin bana göre pek ötesi yok. Gerçi işin içine çocuklar girince de çok duygusallaşıyor olabilirim. Çocuk günahsız, temiz bir yaratıkken onları kirletmek bana çok fazla geliyor. Hopa'a çok ağladım. Annesini kaybetmiş zavallı küçük kıza çok ağladım. Kapı açılacak diye ödü kopan zavallı çocuğa ağladım. Normal olarak sevmesi, güvenmesi gereken ilk insandan hayal edilebilecek en kötü şeyi gören çocuğa ağladım. Şiddet bir yerde affedilebilir. Nefret edersin, affedersin. Kötüydü dersin. Ama bir insanın dengesizlikleriyle uğraşmak gerçekten çok zor. Sevemiyorsun. Nefret edemiyorsun. Kayıtsız kalamıyorsun. Kaldı ki Hope bunları e en yoğun şekilde ve minnacık olduğu dönemde yaşamış.
 Minik Dean'a da ağladım. Arkadaşının gidişini izleyen zavallı çocuğa. Günlerce sorgulanıp aklı karışan minnacık çocuğa... Sonra kızkardeşini kaybeden genç adama... Onun ölümünden, Hope'un yokluğundan kendini sorumlu tutan zavallı genç adama...
 Çok ağır bir kitaptı. Daha yeni okuduğum için biraz abartılı olabilir biliyorum ama çok yoğun geldi bana, derinden etkiledi beni...
Alıntılar:


"Umarım zeka ağırlıkla ölçülüyordur ve aldığım mantıklı kararlar birkaç aptalca karara karşı ağır basar."


"Bir ay sonra on sekiz yaşına gireceksin. Seni bir kez olsun cezalandırmak için zamanım daralıyor. Bir an önce işleri yüzüne gözüne bulaştırmaya başlasan iyi edersin, evlat."


"Babil'in fahişesi değil mi? Otur, yapmamız gereken bir ittifak var."


"Türü ne? Lütfen bilimkurgu olduğunu söyleme."
"Kitap güzel olduğu sürece türünün önemi var mı?"


"Sky, dört senedir bunun hiç olmayacağını düşünerek senin için endişelenip durdum. Eşcinsel olsaydın umrumda olmazdı. Cılız, kısa boylu, inek çocuklardan hoşlansaydın umrumda olmazdı. Buruşuk penisli, kırış kırış yaşlı adamlardan hoşlansaydın da umrumda olmazdı. Ama şehveti hiç tecrübe etmemene dayanamazdım. Ölümcül günahlardan en müthişi şehvettir."
"Aynı fikirde değilim. Şehvet berbat bir şey. Bence bunca sene abartıp durdun. Oyum oburluktan yana."